
II. Dünya Savaşı’nın yürekli hikâyelerinden bir tanesi Fransız Direnişi.
“Direniş” karşı koymak, dayanmak, yeni bir atılımla kuvvet toplamak anlamlarını içeren güçlü bir kelime. Psikolojide, sosyolojide, tarihte, biyolojide, tıpta insanın deneyimlediği bir durum.
Tarihe geçen Fransız Direnişi’ni unutulmaz kılan sebepler arasında ise yeraltında oluşu, topsuz tüfeksiz bir avuç insanın bir araya gelip ulusal bağımsızlık mücadelesini sonuna kadar sürdürmesi, dayanışmaları, haberleşme yöntemleri ve tüm matematik hesaplarına aykırı şekilde beklenmedik bir zaferi masallardaki gibi kazanmaları olabilir. 2. Dünya Savaşı hikâyelerini okurken, ya da filmlerini seyrederken insan, bunlar gerçekten oldu mu diye düşünüyor. Neydi zulüm ve işgal altında yaşayan insanlara bu direnme gücünü veren ? Günlerce yerin altında, tehlike kol gezerken karanlık hücrelerde yaşamlarını devam ettiren bu gücün kaynağı neydi ? Bu sorular ister istemez insanın aklına takılıyor.
Fransız tarihçi Henri Michel çok iyi tanımlar :
Direniş, bir toplum üzerinde kurulan zülüm ve işgalci baskıya karşı vatanın ve insanlık onurunun kurtarılması adına verilen savaşlar toplamıdır.
Bu tanıma göre direniş, işgalci güçlere ve de hükümetin meşruiyetine karşı eylemlerde bulunmak için öğütlenen sivil toplum gruplarını kapsar. Eylemler, işgalcilere karşı silahlı çete savaşları yapmak ya da gruplar halinde yayılarak büyüyen ortak amaçlı sivil hareketler şeklinde olur. Hitler’in işgali altındaki Fransa’da olduğu gibi, özgürlüklerin kısıtlı ve tehlikenin büyük olduğu koşullarda gizli kalarak faaliyetlerini şehirlerde ve kırsal bölgelerde gönüllü ekipler ve destekçilerin iş birliğiyle sürdürür Fransız yeraltı direnişçileri. Tıpkı İstiklal Savaşı’na hazırlanan Kuvayi Milliye cepheleri gibi.
Tarihçiler, “direniş”i herhangi bir dogma, siyasi birlik veya ideolojiye mal etmezler :
Dünya tarihinde öne çıkan direnişçilerin mücadele amacı siyaset yapmak değil, ülkeyi, ulusal bağımsızlığı, insani ve vatandaşlık haklarını korumak uğruna olmuştur.
Direniş, psikolojik açıdan şöyle tanımlanır :
Utanca karşı, kimliğinden ve geçmişinden uzaklaştırılmaya karşı, taşıdığı öz değerlerinin yok oluşuna ve dıştan gelen çeşitli zararlara karşı organizmanın – bireyin yaşama içgüdüsüyle verdiği korunma tepkisidir.
Fransa örneğinde, Nazilere ve onlarla anlaşma yapan Vichy hükümetine karşı kurulan direniş örgütlerine toplumun her kesiminden katılan kadın erkek – akademisyenler, öğrenciler, yazar çizerler, göçmenler, aristokratlar, Katolik rahipler –vb bulunur, amaçları birdir : “Baskıdan hür, bağımsız, asıl değerlerine sahip olarak insanca onurlu yaşamak.”
Ülkede bir yandan gerilla savaşları sürerken, diğer yandan yeraltında, çok sayıda istihbarat ağları kurulur, (sosyal medya kullanamasalar da) gazeteler basılır, dağıtılır ve sürekli iletişim halinde kalmayı başaran gruplar hem şehir hem kırsal, çeşitli coğrafi bölgelerde birlikte hareket ederler. Faaliyetlerinin çekirdeği ise 1870’lerden beri var olan cumhuriyetlerine olan sadakat ve inançlarıdır. Bundan başka ne yeterli silahları ne de yiyecekleri vardır. Sayıları ise işgalcilerle boy ölçüşmekten çok uzaktadır. Hareketin öncüsü Charles de Gaulle, bulunduğu gizli yerdeki radyo frekansından direnişçilere şöyle seslenir:
Son söz söylendi mi? Tüm umutlar tükendi mi? Kaybetmek kesin mi? Hayır, inanın Hayır !
Bu tutum ve inançları, 1944 de Fransızları amaçlarına ulaştırır. Tüm aksi beklentilere karşın, sayıca az olmalarına ve hüküm süren açlığa rağmen bağımsızlıklarını kazanırlar. Bununla da kalmaz, direnişleri insanlık tarihine geçer. Birçok toplumsal harekete örnek olur, cesarete ihtiyacı olanları yüreklendirir, gayret ve niyetle, sadece ağızdan ağıza haberleşme ve doğru bilgilendirme usulüyle toplulukların nasıl şevkle harekete geçebileceğini gösterir.
Direnişçiler, Kuvayı Milliyeciler, İstiklal savaşçıları, hepsinde ortak olan değerler vatan, bağımsızlık ve insanlık onuru uğruna mücadele etmektir. İnsana asıl güç gelen şey, umutsuzluğa düşüp bir adım dahi ileri yürümeden gelip geçene, olup bitene, kaybolup gidene öylece bakakalmak ve kendinin nereden geldiğini unutmak, geçmişsiz, kimliksiz, değersiz kalıvermektir.
Oysa Vedat Türkali’nin dediği gibi “Güçlük, onurlu yürümektedir.” Tüm güçlüklere rağmen direndim ve onurla yürümeye devam ediyorum diyebilmeli insan.

Duygu Bruce
Social Profiles