Lâlenin Hikâyeleri ve İlham Verdiği Sanatlar

  Fars mitolojisinde hikaye edilir ki lâlenin üzerindeki bir çiğ tanesine yıldırım düşer ve yaprağı alev alır. Hemen arkasından donar kalır.  Lâlenin içinde dipteki karalık bu yanma sonucu oluşur. Dışı kırmızı kalır. Bu yüzden Mevlâna lâleyi, “bağrı yanık bir gülümsemeye” benzetir. Adını, Farsçada kırmızı anlamına gelen la’l kelimesinden alır. Zor iklimlerin çiçeği olarak bilinen lâle Anadolu’ya Orta Asya’dan ve İran üzerinden gelir. İlk izleri Selçuklu (1251) döneminde Karatay medresesi çinilerinde görülür : Kanuni döneminde parlayan İznik çinilerinde lâle motifi tüm zarafetiyle boy gösterir. 16. Yüzyılda yabani çiçek olmaktan çıkıp bahçe çiçeği olarak yayılmaya başlayınca türleri çeşitlenir. İstanbul lalesi dediğimiz o

Devamını okuyun

Hacı Bektaş Veli’nin Anadolu’ya Gelişi

Hacı Bektaş Veli’nin sırlı hikâyesi bu, başı sonu olmayan bir zaman içinde geçen. Sır gelip sır gitmiş… gerçek yüzünü tam anlamıyla gören bilen olmamış. Hikâye edilir ki yaşadığı Horasan’da yanmakta olan bir ocaktan aldığı ucu tutuşmuş çırayı Rum diyarına doğru atar. Çıranın toprağa düştüğü yer, ona vahiy olunan ilahi buyrukla gideceği yeri gösterir. “ Ya Bektaş her kande (her nereye) bu köseği  (çıra) düşer ise, senin yerin anda olsa gerektir! ”  Köseğinin düştüğü yerden kendisine sanki haber ulaşmış gibi bir ses erişir de kulağına der : Suluca Karahöyüğü sana yurt verdik. Aynık burda eğlenme, Ruma revan ol yürü ! Bu

Devamını okuyun

Gülün Anlattıkları

Gizemli bir çiçek olarak kabul edilen gül, antik çağlardan beri aşkın, güzelliğin ve ilahi mükemmelliğin sembolü olmuş. Gül özü, Anadolu’da, İran’da Zerdüşt zamanından bu yana (~MÖ 1000 ) yemeklerde, tıpta ve çeşitli törenlerde kullanılagelmiş. Ellerin ve yüzün arınması için gülsuyu ile yıkanması, birbiri üzerine gülsuyu serpilmesi, gül şerbeti içilmesi, gül tütsüsü çeşitli etnik, kültürel, dini törenlerde yer almış. Orta çağda gül, manastır avlularında yetiştirilir, tütsü ve tıbbi amaçlar için kullanılırmış. Bugün en kaliteli gül suyu ve gül yağının, Bulgar ve Türk güllerinden çıkarıldığı kabul edilmekte. Greko-Romen mitolojisinde hikâye edilir ki gül aslen beyazdı. Ancak Adonis yaralanınca Afrodit’in onun yanında diz

Devamını okuyun

Venüs ile Mars’tan Gelenlerin Dünyadaki Yaşamları

Dünyada en çok satan kitabında John Gray, kendilerini yeryüzünde bulan Marslılarla Venüslülerin ortak yaşamlarını anlatıyor. Erkekler Mars’tan, Kadınlar Venüs’ten adlı  hikâye, uzun zamanlar önce bir gün Marslıların teleskoplarından bakarak Venüslüleri keşfetmesiyle başlar. Venüslüleri ilk kez gören Marslıların içinde hiç tanımadıkları hisler uyanır. Bu hâl üzerine  hızlıca uzay yolculuğunu icat ederler ve Venüs’e uçarlar. Venüslüler, Marslıları kollarını açarak karşıladılar. Bu günün geleceğini aslında sezgisel olarak biliyorlardı. Marslılar ve Venüslüler arasındaki aşk büyüleyiciydi. Birlikte olmaktan, birbirlerini öğrenmekten ve keşfetmekten keyif alarak birbirlerinin ihtiyaçlarını, tercihlerini ve davranış kalıplarını keşfettiler. Yıllarca sevgi ve uyum içinde birlikte yaşadılar. Ancak günlerden bir gün Dünya’ya uçmaya karar

Devamını okuyun

Baharı Getiren Yürekli Gençler

Firdevsi (940 – 1020) ünlü eseri Şahnâme’de zalim ve şeytani bir kişilik olan kral Zahhak ile hak ve iyiliği temsil eden genç Faraydun (~ MÖ 1500) arasındaki mücadeleyi hikâye eder. Zerdüştlük (Zoroaster) inancında kötülüğü temsil eden Ahriman, Zahhak’ın aklına işler, kral olan babasını öldürerek tahta çıkmasının gerekli olduğunu binbir dille anlatır. Kulağına yapacaklarını fısıldarken, bir yandan da Zahhak’ın her iki omzuna birer yılan yerleştirir. Sonunda Zahhak babasını öldürür ve tahta geçer. Kral giderek zalim bir tirana dönüşür. Halka yapmadığını bırakmaz. Derken omzundaki yılanlar hiç doymaz olur. Bu durumu izleyen Ahriman yine bir cin fikirle gelir ve yılanları doyurmazsa Zahhak’ın beyninin

Devamını okuyun

Eski Mısır’da Ruhun Ölümden Sonra Yargılanması

  Eski Mısırlılar (MÖ 3100) ruhun ölümsüzlüğüne ve ölümden sonra hayata inanırlardı. Ani papirüsünde ruhun öbür dünyaya yolculuğu ve ilahi yargı sahneleri renkli bir şekilde resmedilmiştir. Hiyeroglifler, Eski Mısırlıların insan ve evrene dair sahip oldukları derin bilgiyi gösterir ve Maat adını verdikleri ilahi düzene olan güçlü inançlarını vurgular. Maat, tüm evreni değişmez bir birlik içinde yönetir: doğa, devlet, toplum, birey ve tüm varoluş biçimleri, Maat’ın yarattığı evrensel düzenin parçalarıdır. Evrensel harmoni ve denge gereği yaratılan her şey birbirine  bağlıdır. Kozmik uyumdaki herhangi bir bozulma veya Maat düzeninin ihlali, birey için olduğu kadar toplum ve devlet için de olumsuz sonuçlar doğurabilir.

Devamını okuyun

Merkez Efendi’nin Hikâyesi

Asıl ismi Musa Muslihiddin Kılıç olan Merkez Efendi  (1463-1552) Germiyan (Denizli) ilinin Sarımahmutlu köyünde doğmuş. Genç yaşlarda İstanbul’a geldiğinde  Sümbül Efendi’nin Kocamustafapaşa’daki dergâhına katılmış. Genç, güzel yüzlü, ürkek bakışlı bir genç olan Muslihiddin, Sümbül Efendi’nin sohbet ve nasihat edeceği saatlerde göze batmayan bir kenarda durup onu dikkatle ve hevesle dinlermiş. Derken günlerin birinde bir yaz sabahının erken saatlerinde dergâhta bir telaştır başlamış.  Şeyh Sümbül Efendi’nin bizzat nezaret ettiği bu hazırlık kim için yapılıyor bilen yoktu. Süren hazırlıkların şeklinden dervişlerden birine hırka giydirileceği anlaşılıyordu. Ama kime ? Dervişlik usul ve erkânınca kimse tecessüs göstermez, kimse kimseye söylenmeyen şeylerin sualini soramazdı. Dergâhın

Devamını okuyun

Çoban Çeşmesi

  Derinden derine ırmaklar ağlar, Uzaktan uzağa çoban çeşmesi, Ey suyun sesinden anlıyan bağlar, Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi. “Göynünü Şirin’in aşkı sarınca Yol almış hayatın ufuklarınca, O hızla dağları Ferhat yarınca Başlamış akmağa çoban çeşmesi…” O zaman başından aşkındı derdi, Mermeri oyardı, taşı delerdi. Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi. Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi. Vefasız Aslı’ya yol gösteren bu, Kerem’in sazına cevap veren bu, Kuruyan gözlere yaş gönderen bu… Sızmadı toprağa çoban çeşmesi. Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda, Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda, Ateşten kızaran bir gül ararda, Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi, Ne şair yas

Devamını okuyun

Hoşgörünün Eni Boyu

Kökü Latinceden gelen tolerans kelimesi, bir şeye tahammül etmek, hoş görmek veya eski Türkçede müsamaha etmek anlamında kullanılmakta. Diğer kişiye saygı duymak, varlığını kabul etmek ve onu dikkate almayı içerdiği için bir erdem olarak tanımlanır. Toplumsal anlamda tolerans, “Yobazlıktan uzak,  farklı din, ırk, adet ve fikirleri serbest bırakan, toplumun işlemesini sağlayan pragmatik bir formüldür,” der etik filozofu Hans Oberdiek (1937-). Günümüz toplumunda farklı olanın varoluşunu sağlayan, önyargıya karşı panzehir işlevini gören bir formül. Yüz yıl önce Einstein’in öngördüğü gibi : Kanunlar tek başına ifade özgürlüğünü güvence altına alamaz; herkesin görüşlerini cezasız bir şekilde sunabilmesi için toplumda bir hoşgörü ruhu olmalıdır.

Devamını okuyun

Nuh’un Gemisinde Olan Bitenler

Dünyadaki kötülüklerin giderek arttığı, idollere kanıp bağlananların çoğaldığı ve dinin giderek gerçeğinden saptırıldığı bir zamanda, bu karanlık gidişi durdurmak isteyen Tanrı, insanları doğru yola sevketmesi için Nuh peygamberi gönderir. Nuh peygamber insanlara doğru ve gerçek olanı duyurur, onları bilgilendirir. Kimisi dinler, kimisi ise Nuh’un gerçeği söylediğine inanmak istemez ve onunla alay eder, hatta ona zulmeder. Bu durum Nuh’un, bazı kaynaklara göre 950 yıl süren yaşamının uzunca bir kısmı boyunca devam eder. Bunun üzerine Tanrı, büyük bir tufanın geleceğini ve yeryüzünün tamamen sular altında kalacağını haber verir.Nuh’a bir gemi inşa etmesini ve sadece kendisine inananları gemiye toplamasını emreder. Nuh, Cebrail’in yardımıyla

Devamını okuyun