Astrofizikçinin Evrenle Flörtü

Dartmouth College Now, Marcelo Gleiser

Evrenin, yaşamın ve zihnin kökenlerini araştırmaya odaklanan astrofizikçi ve filozof Marcelo Gleiser, insanlığın evrendeki yerini anlamak için verdiği mücadele hakkında şöyle der:

Doğal olarak dünyayı ve dünyadaki yerimizi anlamlandırmaya çalışıyoruz. Matematik, teknoloji, bilgisayar alanındaki ilerlemeler, ancak daha derin gizemleri, zamanın ve mekânın engin genişliğini ortaya çıkarmıştır. Yine de henüz cevabı hakkında hiçbir fikrimiz olmayan birçok soru var. Doğa bizden daha akıllı olduğu için, onunla her zaman kovalamaca oyunu oynuyoruz. Ne kadar çok bilirsek, soru ve gizemlere o kadar çok maruz kalıyor ve daha fazla sormayı öğreniyoruz.

Hayatın manevi boyutunu teyit etmeye yönelik yaptığı araştırmaları ile kazandığı büyük Templeton Ödülü’nden sonra, maneviyat ve bilim arasındaki önemli bağlantıyı açıklar :

Bana göre bilim, varoluşun gizemiyle bağlantı kurmanın bir yoludur… Varoluşun gizemi, kim olduğumuz ve nereden geldiğimiz hakkında sorular sormaya başladığımızdan beri merak ettiğimiz bir şeydir. Bu sorular şimdi bilimsel araştırmanın bir parçası olsa da bilim tarihinden daha eskiye dayanır. Malzeme bilimi veya yüksek ısı iletkenliğinden bahsetmiyorum, bunlar tabi çok önemli, ama bahsettiğim bilim türü bu değil. Bahsettiğim bilim, evrenin büyük resminde kim olduğumuza dair daha eski bir sorgulamanın parçası olduğu bilimden bahsediyorum.

Hem fizikçi olup hem aynı zamanda tabiatta zaman geçiren biri olarak, bu tür bir sorgulama, zihnim ve bedenim aracılığıyla dünya ile aramda derin bir ruhsal bağlantı, kurmak imkânı veriyor. Einstein’ın “kozmik dini his” olarak tarif ettiğine benzer bir his bu.

Gizlerle dolu bir evrende insan olmanın ne anlama geldiğini tanımlarken, alçakgönüllü olmanın önemine duyduğu kuvvetli inancını vurgular ve neden bilimsel bilgiye daha alçakgönüllü bir yaklaşım benimsememiz gerektiğini açıklar:

Bilim harika ama sınırları var. Ampirik bilimin özünde yatan, Doğanın her zaman son söze sahip olduğudur … Bilim, işte bu nedenle, hikâyenin sadece bir kısmını anlatır –zorunlu olarak sınırlıdır –görebildiğimiz ve ölçebileceğimiz kısım kadardır, diğer kısmı ulaşılabilenin dışında kalır. Dünyaya dair gördüğümüz şey sadece orada var olanların bir zerresi kadardır. Teleskoplar, mikroskoplar ve diğer keşif aletleri ile duyusal algımızı artırdığımızda bile, gözle görülemeyen birçok şey kalır. Aynı duyularımız gibi her aletin de bir menzili vardır.

Doğanın çoğu bir giz perdesi ardında bulunduğundan, dünyaya bakışımız sadece ölçebileceğimiz ve analiz edebileceğimiz gerçekliğin bir kısmına dayanmaktadır. Böylece, doğal dünya hakkındaki bilgimizin sınırları içinde kalıyoruz. Ama durmaksızın bilgiye doğru ilerlemek istiyor, her zaman daha da fazla bilgi edinmeye doğru çabalıyoruz…Bu çabaya rağmen her şeyi bilebileceğimizi düşünemeyiz.

Bilgimiz ilerler doğru, ancak tüm bilinenler, bilinmeyenin okyanusuyla çevrili bir ada gibidir. “Bilgi Adası büyüdükçe cehaletimizin kıyısı da büyür.”

Marcelo Gleiser, bilim ile olan ilişkisini, “bilinmeyenle bir tür flört” olarak tarif ediyor.

Bu giz’le flört etmek, yaratıcı dürtümüzü besleyen, bize daha fazla bilmek tutkusu veren, bilinenin sınırlarının ötesine erişme dürtüsüdür. Bu keşif ruhunu ilham eden de huşu ile karışık hayret ve merak duyguları ile beraberinde sürecin bir parçası olmanın sevincidir.

[…]

Bilinmeyen karşısında insanın yanılabilirliğini ve alçakgönüllü olmayı deneyimliyoruz.  Aslında kim olduğumuzun sırrıyla karşı karşıyayız.

Yeryüzünde yaşam ve diğer gezegenlerde yaşam olasılığı konusunda Marcelo Gleiser şunları söylüyor:

Evet, dünyamızın dışındaki gezegenlerde başkaları da var, muhtemelen –ama şu anda bizim dünyamızdayız ve bizler, kendini tanıma ve farkında olma yeteneğine sahip hayret verici birer moleküler makineyiz ve bizi gerçekten çok özel yapan özelliklere sahibiz. Mesele şu ki, insanlığı, evrenin ahlaki merkezine geri koymaktır önemli olan. Sahip olduğumuz her şeyle birlikte bu gezegeni ve yeryüzündeki yaşamın tümünü korumak bizim ahlaki bir görevimizdir. Çünkü yaşam oyunun ne kadar nadir ve narin olduğunu ve pratikte yalnız olduğumuzun farkındayız. Bunu yapmak zorundayız. Bölünmüşlükleri giderek artan bu dünyada gerçekten ihtiyacımız olan şey bizleri bir araya getirecek birleştirici efsanedir. Peki, bu “efsane” –21. yüzyılın kültürünü tanımlayacak olan hikâye nedir? Belirli bir inanç sistemi veya siyasi parti hakkında değil, türümüzün bir efsanesi olmalıdır.

Oysa bütün bu olup bitenlerin ortasında, birçok insan bilimi ‘düşman’ olarak görüyor, insanların inançlarını çalan, çürüten ve bildiğimiz dünyayı mahvetmek için yollar yaratan şeytanca bir güç olarak görüyor bilimi. Ne kadar korkutucu!

Bilim için yeni bir sese, gerçeği olduğu gibi sunan bir sese ve kökleri atalarımıza uzanan asırlık sorulara cevap arayan çok insani bir yapıya ihtiyacımız var. Hepimiz işte aynı yerde birlikteyiz ve şüphelerimiz, korkularımız zannettiğimizden daha evrensel. Tıpkı merak etme yeteneğimiz gibi. O zaman bu evrensel değerleri, nitelikleri bulalım ve hepimizin paylaştığı bu kırılgan gezegeni ve üzerindeki hayatı korumak ve kutlamak için çalışalım.

 

 

New York Academy of Sciences, 05/02/2020
Scientific American, 20/03/2019

 

 

Duygu Bruce
23 Mart 2020