Akşamın birinde pervaneler toplanmış, mumun ışığını nasıl bulacaklarını tartışıyorlardı.
İçlerinden biri dedi ki:
“Hepimiz birden gitmeyelim; birimiz gidip mumu bulsun, sonra dönüp bize haber versin.”
Pervanelerden biri yola çıktı; uzakta bir köşkün içinde yanan bir mum ışığı gördü. Döndü geri geldi ve anladığı kadarıyla mumu anlatmaya çalıştı.
Aralarında bilge olan pervane: “Senin mumdan haberin bile yok…” dedi.
İkinci pervane hevesle yola çıktı, köşkün içine kadar gitti, muma yakından baktı ve o da geri geldi, mumun nasıl ışık yaydığını anlattı.
Bilge pervane “anladığının işareti yok üzerinde” dedi.
Sıra sonuncu pervaneye geldi. Pervane mumun ateşini görünce coştu, sarhoş oldu. Kendinden geçerek coşkuyla ateşle dans etti. Ateşe daldı çıktı, benliği ateş oldu. Ateş onu sardı, tüm vücudu, kanatları ateşte eridi, eridikçe ala boyandı, kıvılcımlar saçıp döküldü.
Bunu gören bilge pervane dedi ki: “O biliyor, aradığımız ve anlatamadığımız hakikati o biliyor. Mumun ateşinden sadece onun haberi var.”
Ateşle bir olan cesur pervane ise halinden memnun, ne bir haber vermek ne de geri dönmek istedi…
Hikayenin sonunda ise şu satır yazıyordu:
“Candan da cisminden de bihaber olmadıkça, nasıl olur da canandan haberdar olursun.”[i]
[i] Feridun Attar (1120-1197?). Mantıku’t-Tayr (Kuşların Konferansı), 30-2. Çeviren: A. Yıldırım, Ataç Yayınları, 2010.