Temelinin Hipokrat (M.Ö. 400) tarafından kurulmasından 600 yıl sonra, tıptaki büyük ilerleme İskenderiye’den İsfahan’a ve Urfa’dan ve Atina’ya kadar yayılan İslam tıbbının öncüleri tarafından gerçekleştirildi.
Onuncu yüzyılda “baş usta” olarak adlandırılan Ibn-i Sina ile başlayarak, bu devrin doktorları çiçek hastalığından kataraktların giderilmesine, ağrı dan kırık tedavisine ve hayat kurtaran cerrahi operasyonlara kadar çeşitli hastalıkları teşhis edip tedavi edebilir düzeye eriştiler. Ayrıca tedavide gerekli ilaçları üretebilmek için zooloji ve farmakoloji bilimlerini de öğrenerek tıbbi uygulamalarında fiziksel semptomların ötesinde asıl rahatsızlığı görebilecek kadar derin bilgi kazandılar. Bedenin yanı sıra ruh sağlığını da dikkate alarak tümden tedavi ve şifa metotlarını geliştirdiler.
Bitkisel yağlar, bal ve hayvanlardan üretilen geleneksel ilaçlar, çeşitli hastalıkları iyileştirmek için ve gerektirdiğinde psikolojik tedavilerle birlikte kullanıldı.
Derin bilimsel eğitim ve tıpta yüksek uzmanlık alanlarının ilerlemesine ek olarak İslam tıbbının bir başka kalıcı ve değerli katkısı da medreselere komşu bitişik olarak inşa edilen hastaneler oldu. Tıp öğrencileri, bu hastanelerde deneyimli doktorların mentörlüğü altında teorik ve pratik eğitimlerine devam ettiler. Harran Hastanesi, daha sonra 13. yüzyılda Divriği hastanesi, 1488 yılında Edirne tıp fakültesi ve hastanesi hem genel hastane hem de psikiyatrik şifa merkezi olarak hizmet vermiştir. Yaygın olarak kullanılan yöntemler arasında su ve sesle akustik tedaviler bulunuyordu.
İşte bu parlak dönemle bir anılan Ibn-i Sina (yaklaşık 970-1037), batıda kullanılan adıyla -Avicenna, İslam dünyasının önde gelen dahi hekimi ve filozofu olarak biliniyordu. Yunan felsefesine ve İslami metinlere hayatın erken döneminde hâkim olan çok yönlü irfan sahibi bilge bir dokdtor ve bilim adamıydı. Çalışmalarına Yunan felsefi düşüncesini, özellikle Aristo’nun öğretilerini katarak kendi içinde tutarlı ve bütüncül bir yaklaşımla kurduğu ekol, tıp alanında öncü oldu. Bilimsel çalışmalarının yanı sıra daha 21 yaşına varmadan incelemiş olduğu kutsal mistik metinlerinden kavradıklarını da de tıbbi görüşüne dahil ederek, hastanın bütünüyle iyileşmesi için hem vücuda hem de ruha bakmanın gerekli olduğunu düşünüyor, tedaviyi ona göre uyguluyordu. Tedavide “well-being” halinin önemini bundan bin yıl öncesinde keşfetmişti. Teori ve uygulamada üstün kabul edilen İbn-i Sina’nın çalışmaları, doğuda ve batıda, dünyanın entelektüel ve tıbbi tarihi üzerinde kalıcı bir etki yaratacaktı. Ustalığı ve öğretileri ile Aristo ile bir kabul edilen İbn-i Sina, Aristo için “İlk Öğretmenim” derdi. Kitapları yayınlandığı anda Latince, Yunanca, Fransızca, Almanca, vb. dillerine çevrildi. Tıbbın Prensipleri, (Canon of Medicine), Şifa (The Cure) ve Ruhun Ansiklopedisi (Compendium of the Spirit) en az 17. yüzyıl Avrupa’sına kadar temel tıbbi kaynaklar olarak kullanılacaktı.
Ibn-i Sina, “tıbbî şifa”yı mümkün kılmak için nedensel yaklaşımın zorunlu olduğunu belirtir:
Herhangi bir şeyin bilgisi, her şeyin nedenleri olduğundan, nedenleri tarafından bilinmedikçe edinilmez veya tamamlanmaz. Bu sebeple tıpta, hastalık ve sağlığın nedenlerini bilmeliyiz.
İnsanın varlığının özündeki ruha işaret ederek şöyle atıfta bulunur:
İnsanın ruhu kandil, bilim onun aydınlığı ve Tanrısal bilgelik de kandilin yağı gibidir. Bu yanar ve ışık saçarsa işte o zaman insana “diri” denilir.
Duygu Bruce
26 Mart, 2020
Kaynaklar:
Stanford Üniversitesi Felsefe Ansiklopedisi
Fotoğraflar: National Geographic History Kasım/Aralık 2016
Social Profiles