“Tanrı hemen göze çarpmayan incelikte marifet sahibidir ama art niyetli değildir.” -Einstein
Nobel ödüllü fizik profesörü Charles Townes (1915-2015), bilim ve dinin neden buluşması gerektiğini, bu buluşma sonucunda nasıl insanlığa yararlı yepyeni bir güç doğacağını açıklar :
Bazıları din ve bilimi, temelde farklı teknikler kullanan iki karşıt alan olarak görür ve aralarındaki yakınlaşmayı imkânsız bulur. Bazıları ise iki alandan birine sığınır ve diğerini koşullu hatta zararlı olarak görür.
Bana göre bilim ve din, her ikisi de evrenseldir ve yüzeyde görünenin altında kalan doğaları gereği birbirine çok benzer özellikleri bulunur. Bilim, evrenin işleyen düzenini ve insanın everendeki yerini anlamaya odaklanmışken din, evrenin ve insanın varoluş nedenini anlamaya çalışır.
Din ile bilim arasında en önemli farklılık olarak görülen “inanç” faktörü aslında hem din hem de bilim insanı için gereklidir, der Townes:
Bilim insanının araştırmaya başlaması için bile inanması gerekir, hatta daha güç görevleri yerine getirmesi için derin bir inanç gereklidir. Neden? Çünkü evrende düzen olduğuna ve aslında insan zihninin -özellikle kendi zihninin- bu düzeni anlama şansına sahip olduğundan emin olmalıdır. Bu inanç olmasaydı, muhtemelen düzensiz ve anlaşılmaz bir dünyayı anlamaya çalışmak için yoğun çaba sarf etmek anlamsız kalırdı. Üstelik bu durum bizi, evrenin kaprisli güçler tarafından manipüle edildiği düşünülen batıl inanç günlerine geri götürürdü. Aslında, batıl inanç çağından bilim çağına geçişe izin veren ve bilimsel ilerlememizi sağlayan şey düzenli bir evrene duyduğumuz bu inançtır.
Einstein, evrendeki düzene olan inancın en güçlü örneklerinden birini temsil eder. Einstein’ın bilime yaptığı benzersiz katkıların altını çizer Townes ve “Evrendeki düzenin gizemli cazibesine duyduğu sezgisel bağlılığı ve akıl ile birleşmiş adanmışlığı altında bu inanç vardır,” der. Princeton Üniversitesi’nin ana holünde Almanca olarak yazılı ünlü sözünü hatırlartır :
“Tanrı hemen göze çarpmayan incelikte marifet sahibidir ama art niyetli değildir. “
Bu sözü, “Tanrı’nın meydana getirdikleri iç içe geçmiş ve anlaşılması zor olabilir, ancak hiçbiri gelişigüzel ve mantıksız değildir,” şeklinde yorumlar Townes.
Einstein, bu inanç ve bağlılıkla hayatının son yarısını yerçekimi ve elektromanyetik dalgalar arasında bir bağlantı ve birlik arayarak geçirir. Birçok fizikçi onun yanlış ve sonu olmayan bir yolda olduğunu düşünürken, kendisi, evrendeki düzenin bu birlik ilişkisinde saklandığına inanmış ve hayatını buna adamıştı. Ancak yaşadığı dönemden tam yüz yıl sonra, 2016 tarihinde yerçekimi dalgalarının ispat edilmesi, onun bu güçlü inancını ve öngörmüş olduklarını doğrulayacaktı.
Din ve bilim arasındaki varsayılan ikinci farklılık, her iki alandaki keşiflerin farklı yöntemleri olduğu inancına dayanmaktadır. Manevi alanda yapılan keşiflerin ve aydınlanmaların çoğunun “vahiy” yoluyla gerçekleşmesi bu farkı tanımlar. “Bilimsel keşifler ise, popüler inanışa göre, veri birikimleri analizinden elde edilen mantıklı çıkarımlar ve genellemelere dayanır,” der Townes ve devam eder :
Ancak bilimsel keşfin, mantıklı çıkarımlar silsilesine dayanan tanımı gerçeğin tamamını yansıtmaz. Çünkü bilimsel keşifler daha çok vahiye yakındır. Her ne kadar bilimsel çevrelerde “vahiy” kelimesi kullanılmasa da, “önsezi,” “kazara keşif” ten bahsedilir ya da “dahiyane bir fikri vardı” denir.
Bilimsel keşiflerin çoğunun çözümünün vahiy gibi geldiğine bir başka örnek de tanınmış matematikçi, Raymond Poincaré’nin deneyimi : Kendisi, yıllardır üzerinde düşündüğü denklemin çözümünü rüyasında bularak uyanır ve denediğinde problemin gerçekten çözüldüğünü görür. “Musa’nın yanan çalının sesini işitmesi ya da Buda’nın hakikati yıllarca araştırdıktan sonra bir gün bir ağaç altında oturmuşken “aydınlatıcı” cevaplar alması gibi,” benzeyen örnekler verir Charles Townes. Bu ortak noktadan yola çıkarak, gerçeğin peşinde olan herhangi bir insanın da benzer bir araştırmacı zihniyeti benimseyerek kişisel deneyimlerinden öğrendikleri ve bildikleri ile gerçek amacına ve hayatının anlamına dair çıkarımlar yapabileceğini öne sürer :
Bilim ve din, ikisi de evreni ve insanın evrendeki var oluşunu anlamaya odaklıdır. Her ikisinin de ortak varsayımını kabul edersek – “gerçek” vardır. Nasıl ki bilimsel bir hipotezin gerçek olup olmadığını deneyerek kanıtlayabilir veya çürütebilirsek, dini inançların dayandığı temel ilkeleri de üzerinde çalışılacak bir hipotez olarak ele alabiliriz. Bu çalışmada bizi gerçeğe yaklaştıracak kişisel deneyimlerimizi, bilgeliğimizi ve azizlerimizin, velilerimizin, kahramanlarımızın öğretilerini kullanmalıyız.
Daha da önemlisi elde ettiğimiz sonuçlar doğrultusunda yaşamaya ve harekete geçmeye gönüllü olmalıyız.
Çağımızın düşünürü, filozof, yargıç ve müzisyen Ostad Elahi (1895-1974), manevi bilgi ve bilimin birleşmesi halinde insan ve toplum üzerinde bırakacağı etki hakkında Hakikat Sözleri adlı eserinde şöyle der :
Bir bilim dalı irfanla yani maneviyat bilgisi ile birleşirse gerçekleri aydınlatır.[1] Ne bilim ne irfan tek başına tam değildir. Bilgin olup aynı zamanda arif olan kişilerin varlığı toplum için çok yararlıdır.
[1] Irfan, manevi bilgi (gnose) anlamında kullanılmakta ve maneviyata dair her tür bilgiye atıfta bulunmaktadır.
Duygu Bruce
Makale: Think, Mart-Nisan, 1966, vol 32, 2. IBM yayını.
Ostad Elahi, Hakikat Sözleri, Söz 345. Doğan Novus, İstanbul, 2017.
Social Profiles