Kalbin derinliklerine indikçe, ayna daha berrak ve temiz hale gelir.
– Rumi
İnsanın kendi içinde süregelen karşılıklı konuşmalar, kişinin kendi üzerinde düşünmesi, iyiyi kötüden ayırt etmesi ve doğru karar vermesi için vazgeçilmez bir araçtır.
Ünlü çocuk psikoloğu D.W. Winnicott içte geçen konuşmaları “benlik” gelişiminin önemli bir parçası olarak tanımlar :
İç diyalog, kişinin belirgin bir varoluş duygusuyla bilincini uyanık hissettiği fantazi ile gerçeklik arasındaki mekanda geçer.
Bilinçaltı ve bilinç arasında seyir hâlinde iken şimdi ve geleceğe yansıtılan benlik, bir olur, aynı anda ortaya çıkar. Kişi, benliğinde cereyan eden duygu ve düşünce akımlarının farkına varır, onları ayrıştırır. Hoşa giden ve yararlı bulduklarını tutar ve benimser, geri kalanları atar. Bu muhakeme süreci, yaratıcı düşünmeyi ve akıl yürütmeyi gerektirir. Amaç, kendi üzerinde düşünmek, deneyimlediklerinin farkına varmak ve edindiği öz bilgiyi gelecekteki varoluş hâline ve eylemlerine yansıtmaktır.
Karşılıklı konuşmalar, nefsin sesi olan ego ile iç rehberimizin sesi arasında geçer. Çoğu zaman içte çelişki yaratan durumlarda daha keskin duyulurlar. Çünkü bu içsel çatışma esnasında taraf seçmek, karar vermek durumunda kalan insan her iki tarafın gerekçelerini daha keskin işitir. Genelde egonun sesi daha yüksek ve baskın olur. Kişinin iç rehberinin sesini işittiği özel anlarda ise asıl benliğini, sosyal ağların ve medyaların etkisinden çekip kurtarabilir ve kendini “ tekil bir konumda var olmaya ” teşvik edebilir. Egonun dayatan arzu ve kaprislerinden sıyrılıp, bir yandan benliğe nüfuz eden dış etkilerden koparak içe indiğimiz bu kısa anlarda, dürtüsel ve işe yaramaz düşüncelere kulak asmayarak daha derin bir farkındalıkla hareket etmemiz mümkün olur.
Tanınmış psikiyatrist, psikanalist Carl Gustave Jung, iç diyalogu insanca bir özellik ve tüm insanlar tarafından bilinen bir olgu olarak tanımlar:
Bunu herkes bilir, çünkü kişiye özeldir ve herkesin kendi kendisiyle konuşma yeteneği vardır… İnsan ne zaman acı verici bir ikilemin içine düşse kendine şu soruyu sorar: “ Ne yapmalıyım ?”; cevabını kendisi verir. […] İç sesimiz, toplum içinde takındığımız ve gerçek doğamızı gizleyen maskeyi düşürebilir.
Bizi harekete geçiren duyguların veya dürtülerin her zaman farkında olmayız. İnsanın aklını başından alan tepkisel anlarında, duygular genellikle çelişkili ve karmaşıktır. Böyle zamanlarda doğru yolu hemen görmek kolay olmaz. Çünkü egonun baskın doğası, içsel rehberin sesini duyurmamayı hatta geçersiz kılmayı amaçlar. Hep hükmetmeye yönelik iş görür. Gurur, intikam, zafer, güç hırsı vb., tutkularına uygun bir eylem planını dayatır. Ancak, egomun buyurgan sesini etik açıdan meşru ve insanca doğru olanı yapmamı amaçlayan iç rehberimin sesinden ayırmak her zaman kolay değildir. Zayıf noktalarımı bilen ego isteğini yaptırmak için pek çok çehreye bürünebilir, zekice gerekçeler bulur, ya da sinsice gizlenebilir ve hilekâr olabilir.
Genel kanı olarak kendisini diğerlerinden üstün gördüğü düşünülen bir meslektaşım, mahkemeye sunulacak kritik bir raporu yazmak için benden yardım istemişti. Daha önce hiç yazmadığını ve aynı vakanın farklı kişileri üzerinde çalıştığımızı gerekçe göstererek raporumun bitmiş hâlini talep etti. Bu isteğin ardından duyduğum içsel çatışma ile olumsuz duygu ve düşüncelere daldım. İçeride karşıt iki ses sürgit tartışıyordu.
– Nasıl olur da pervasızca raporumu ister? Oysa gizli kalması gerektiğini biliyor.
– Hadi canım büyütme, aynı vaka üzerinde çalışıyorsunuz. Eninde sonunda raporunu görecek..
– Evet ama iş ayrı ayrı yaklaşmamızı gerektiriyor. Raporlar teslim edildikten sonra okuyabilir, şimdi değil.
– Bak şöyle düşün : Onun, raporu zamanında sunamaması hâlinde kendisi ve üçüncü kişiler açısından ciddi sonuçlar doğurabilir.
– O kadar yüksekten ve üstün oynuyordu hani… şimdi aniden sempati kazanmak için oynuyor. Neden bu oyuna geleyim ki?
– Çok yargıladın sen de, biraz daha hoşgörülü ol. Bunu yapamazsa onu neyin beklediğini bilmiyorsun. Ya sonuçları onun çok aleyhinde olursa ?? Oysa ona yardım etmekle senin kaybedeceğin bir şey yok !
– İşi yapamadığı için ben mi sorumlu olacağım yani ?
– Hukuki tarafı dikkate alındığında bu vaka istisnai bir durum. Senden, kendisi yerine yazmanı istemiyor, sadece seninkini örnek olarak görmek istiyor. Abartıyorsun. Ne çıkar bundan ?
– Karşıdakinin niyetini kesin bilemezsin. Her halükarda onun, bana ya da başka bir meslektaşıma aynı iyiliği yapmayacağından kesinlikle eminim. Üstelik verdiğim takdirde gizliliği ihlal etmenin riskini de değerlendiremiyorum.
– Tamam, tamam raporun konusu olan kişiler farklı ama hepsi aynı vakanın. Sen onun yerinde olsaydın ve kritik işini tamamlamak için talep ettiğin yardım reddedilseydi nasıl hissederdin ?
Vicdanımı rahatlatmak ve bu kişiye karşı zaman içinde beslediğim antipati ve hatta olası intikam hislerinin üstesinden gelmek için raporu ona verebilirim. Bu tarafı seçersem korktuğum çatışmadan da kaçınmış olurum. Ayrıca daha fazla uğraşmaktan kurtulmama da faydası olur, sonucunda daha az çaba ve vakit harcarım. Eğer buna karşıt gelen sesi dinlersem, kendi hakkımı savunmak ve konuya dahil diğer kişilerin ortak hakkına saygı duymak gerektiği argümanına dayanarak daha çok uğraşmak pahasına raporu vermemeyi tercih edebilirim. Bu çelişkili iki ses arasında hangisinin iç rehberimin sesi olduğunu kesin olarak bilebilmem en başta zor. Bu hâldeyken eğriyi doğruyu hemen ayırt ederek taraflardan birini seçmek ve net bir karar vermem de kolay değil. Çünkü her iki seçenek de titiz bir öz analiz gerektirmekte. Gerçekten doğru olana ulaşmak için egomun çıkardığı gürültü ve yaydığı sis perdesinin arkasını görebilmem gerek. Bunu da ancak çaba sarf ederek ve kendimde pek de aydınlık olmayan taraflarla yüzleşmekten kaçınmadan yapabilirim.
Duygu Bruce
Konuyla ilgili diğer yazıyı okumak için aşağıya tıklayabilirsiniz:
İç Rehberimiz ve Nefs Arasında Duyduklarımız