Kimliğimizi tanımlarken yaşantımızın çeşitli dönemlerinde öne çıkan olayları ve mihenk taşlarını kullanırız. Kimlik tarifimize, yaşanmış anıları katarak anlam kazandırırken bir yandan da hayatımızın hikayesini yazarız. Bu hayat hikayesi, bizi biz yapan temalar, karakterler, sahneler, anılarla doludur. Geçen tüm zamanlar ve mekanlarda tek bir “ben” vardır. ”Ben”in anıları ve gelecekte olması tasarlanan “ben” imajları arasında var olur insan ve böylece “ben”in, tek ve bütün olarak devamlılığı zaman ve mekanda sürüp gider. Psikolojide bu olguya “hikaye edilen benlik” (narrated self) denir. Kimlik oluşmasında çok önemi olan bu benlik hikayesinin kökleri, ortalama 3 yaştan itibaren dil gelişimiyle birlikte hafızada ifade bulan ilk çocukluk …
Yıl: 2016
Giderayak işlerim var bitirilecek, giderayak. Ceylanı kurtardım avcının elinden ama daha baygın yatar ayılamadı. Kopardım portakalı dalından ama kabuğu soyulamadı. Oldum yıldızlarla haşır neşir ama sayısı bir tamam sayılamadı. Kuyudan çektim suyu ama bardaklara konulamadı. Güller dizildi tepsiye ama taştan fincan oyulamadı. Sevdalara doyulamadı. Giderayak işlerim var bitirilecek giderayak. Nazım Hikmet Ran
Duydun mu bilmem Ömer’in zamanında çenk çalan varlıklı bir çalgıcı vardı. Bülbül onun sesini duydu mu kendinden geçerdi, güzelim sesini dinleyenlerin neşeleri birse yüz olurdu. Meclisleri, toplulukları onun soluğu, onun sesi bezerdi; sesinden, çalgısından kıyametler kopardı. Bir çalgıcıydı ki dünya onun yüzünden neşeyle dolmuştu; onun sesinden, eşi bulunmaz hayaller beliriyordu. Sesinden gönül kuşu uçardı; canın aklı şaşırır kalırdı. Zaman geçti, çalgıcı kocadı; doğana benzeyen canı acze düştü. Sırtı küpün sırtı gibi kamburlaştı; kaşları eğer kuskununa döndü. Güzelim, cana can katan sesi çirkinleşti; kimse o sese önem vermez oldu. Zühre’nin[1] bile kıskandığı o ses, bir kart eşeğin sesine döndü. Zaten hangi …
Sofralar seninle serin, Odalar seninle ferah, Günüm neşeyle uzun, Yatağında kalktığım sabah. Elmanın yarısı sen, yarısı ben, Günümüz, gecemiz, evimiz barkımız bir, Saadet bir çimendir, bastığın yerde biter, Yalnızlık gittiğin yoldan gelir. Oktay Rıfat Horozcu Resim Resim Pam Hawkes
Duygusal zeka, insanın duygularını tanıması, yönetebilmesi ve diğerinin hislerine karşı uygun tepkiler verebilme becerisidir. Çocuklar, bu beceriyi anne babaları ve yakın çevreleriyle olan ilişkilerinde öğrenirler. Çocuğun hissettiklerinin inkar edilmesi, görmezden gelinmesi veya anlaşılmaması onun benliğini zorlar, kendine yabancılaşmasına ve sahte kimlikleri benimsemesine yol açar. Buna karşılık, hissettikleri doğru zamanda görülen, anlaşılan ve kabul edilen; gerektiğinde onurlandırılan ya da yatıştırılan bir ortamda yetişen çocuğun duygusal zekası gelişmiş olur. Farklı durumlardaki duygularını ve sebeplerini tanımlayıp gerektiğinde kendi kendine başa çıkabilir hale gelir. Çocuğun gelişimi için en iyi yöntem, anne babanın kendi duygularını yönetebilmekte doğru rol modeli olmasıdır. Bundan başka, olumlu ya da …
Yaşamak güzel şey doğrusu Üstelik hava da güzelse Hele gücün kuvvetin yerindeyse Elin ekmek tutmuşsa bir de Hele temizse gönlün Hele kar gibiyse alnın Yani kendinden korkmuyorsan Kimseden korkmuyorsan dünyada Dostuna güveniyorsan İyi günler bekliyorsan hele İyi günlere inanıyorsan Üstelik hava da güzelse Yaşamak güzel şey Melih Cevdet Anday
Anlatılan masallardan gerçek dünya yaratılır. -Alberto Manguel Hikâye iki denizin kavuştuğu yerde Hz. Musa ile onun gizemli yoldaşı Hızır peygamberin buluşmasıyla başlar. Hızır’ın bastığı yer yeşerdiği için bu adla anılır, yolcuların koruyucu velisidir, âb-ı hayat suyundan içmiş bir ölümsüzdür ve her zaman dünya üzerinde yaşadığına inanılan ilahi kişiliktir. Tanrı kendi bilgisinden ona vermiştir. Musa, Hızır’ın geçtiği yerlerden yanısıra gitmeyi ve ilahi bilgiden kendisine de öğretmesini ister. Hızır, “Buna dayanamazsın” diye cevaplar. Musa ısrar edince, Hızır bir koşulla kabul eder: “Ben sana açıklamadıkça göreceğin şeylere itiraz etme” diyerek söz alır Musa’dan. Yola düşerler; bir gemiye binerler; gemi sahibi onlardan para pul …
Uyandım baktım ki bir sabah, Güneş vurmuş içime; Kuşlara, yapraklara dönmüşüm, Pır pır eder durur bahar rüzgarında. Kuşlara, yapraklara dönmüşüm; Cümle âzâm isyanda; Kuşlara, yapraklara dönmüşüm; Kuşlara, Yapraklara. Orhan Veli
Bundan 4000 yıl önce Babil’de Zahhak adında çok zalim bir kral yaşarmış. Yarı şeytan yarı tiran olan Kral, ilkbaharın gelmesini engellermiş ve her iki omzunda doymak bilmeyen birer yılan otururmuş. Derken kralın beyninde çaresiz bir hastalık başgöstermiş. Acılar içinde yatarken, zehirli yarasına tek çarenin genç çocukların beyni olduğuna inanmış ve ülkede genç çocuk katliamı başlamış. Hergün kral uğruna gençler birer birer öldürülmek üzere saraya götürülürken, halk çaresiz ve güçsüz düşmüş. Bu zulme artık dayanamayan bir demircinin geriye kalan son ve en küçük oğlu, birkaç arkadaşıyla birleşerek gizlice demirden silahlar yapmaya başlamışlar. İçlerinden iki tanesi, kralın sarayına aşçı olarak girmeyi başarmışlar. …
Bu sabah mutluluğa aç pencereni Bir güzel arın dünkü kederinden Bahar geldi bahar geldi güneşin doğduğu yerden Çocuğum uzat ellerini Şu güzelim bulut gözlü buzağıya Duy böyle koşturan sevinci Dinle nasıl telaş telaş çarpıyor Toprak ananın kalbi Şöyle yanıbaşıma çimenlere uzan Kulak ver gümbürtüsüne dünyanın Baharın gençliğin ve aşkın Türküsünü söyliyelim bir ağızdan. Ataol Behramoğlu
Social Profiles