Yaradılışla ilgili pek çok efsane Sümerlerden günümüze dilden dile geçmiş, tabletlerle, resimlerle, destanlarla anlatılmış.
En eski kaynaklardan biri olan Sümer’de (M.Ö. 3000) ve Gılgamış’ta yazılanlara göre evren ve Tanrı zamanın başlangıcından beri mevcuttu. Bilge Tanrı Enki, Dicle ve Fırat’ı yaratarak suyu var etti, dağlardan bu nehirlere suyun inmesini sağladı. Sonra da insanların beslenmesi için suda yaşayan balık ve kuş türlerini ve insanı yarattı. Dünyaya hâkim olacak düzeni kurdu ve yaratılanların bu düzene göre yaşamasını sağlayan kuralları uygulayarak kaosu engelledi. Nihayetinde dünya dönmeye başladı.
Yunan mitolojisinde başlangıçta sadece kaos, boşluk ve karanlık vardı. Hiçken, karanlığı yaran ilk ışık hüzmesi ile gündüz ve aşkla şekillenen ilk madde, Gaea (dünya) oluştu. Uranus de gökyüzünü ve insanın yaradılışı ile birlikte gökyüzünde bağlı oldukları yıldızları yarattı.
Eski İran felsefesine göre (Suhrawardi, 1153-1191) yaradılış, ışığın karanlığın içinde süzülmesi ve bir patlama ile gerçekleşir. Başlangıçta var olan karanlıkta zerrecikler başıboş haldedir. Kaynak’tan yayılan ışık aydınlattığı nesnelere şekil ve varlık verir. Böylece türler yaratılır, can verilir, hareket (hareket-i cevheriye) ve yaşam döngüsü başlar. Yaratılan her türün bir meleği vardır. Cebrail, insanlığın arketipi ve koruyucu meleğidir. İnanışa göre, Cebrail’in dünyayı boydan boya kaplamaya yeten kanatlarının sesi ile hayat başlar. Tüm insanlığı koruyan bu baş melekten başka her bir ruhun kopup geldiği ışıklar ya da melekut âleminde bulunan kendi koruyucu meleği vardır.
Avrupa felsefesinde ışık, Kaynak’a ve yaradılışa atfedilir; Alman edebiyatındaki “Morgenland” diyarı, efsanevi ışığın olduğu doğuyu, insanın başlangıcını ve hakiki evini temsil eder. Arşın melekleri de Morgenland’da, yani doğuda –saf ışığın yayıldığı yerde bulunurlar. Derler ki evrenin başlangıcı doğudandır.
Burada yazılanlar bilinen birçok yaradılış hikâyesinden sadece birkaç tanesi. Bir de fizik bilimcilerin evrenin oluşumuna dair bulgularına dayanan hikâyeleri var.
Evren nasıl yaratıldı, büyük patlamadan önce ne vardı, tabiattaki karmaşık sistemler nasıl çalışır gibi soruları araştıran tanınmış fizik ve astronomi profesörü Marcelo Gleiser, günümüz biliminin, mistik maneviyatla, eski tabiriyle “irfan” la çelişkide olmadığı görüşünü savunduğu “Danseden Evren” kitabında şöyle yazar:
Eski inanışların yarattığı mitler evrenin kaynağına dair cevapları barındırır – öyle ki modern kozmolojik teoriler de benzer cevaplar bulmuştur. Bu durum, modern bilimin eski kadim bilgileri yeniden keşfettiği anlamına gelmez ama her şeyin kaynağının ne olduğu sorusuna dair üretilen düşüncelerdeki evrensellik de dikkate değer bir bulgudur. Dil farklıdır, semboller farklıdır ama fikirler özünde aynıdır …
Mistisizm, bilinmeyene duyulan karşı konulmaz cazibenin şekli olarak anlaşıldığı takdirde, gelmiş geçmiş fizikçilerin yaratıcı sürecinde temel rol oynar. Bu gerçeği ihmal edersek gözlerimiz tarihi de görmez olur ve bilimin çok önemli bir kısmını kaçırmış oluruz. Bu yaklaşımla rasyonel mistisizmin köklerini anlamak için mitlerin yaradılışına bakmalıyız.
Duygu Bruce
5 Nisan 2020
Social Profiles