Mevlânâ’nın Ölümü Sırasında Yaşanan Hikâyeler

Minyatür sanatçısı Nusret Çolpan (1952-2008)

 

Mesnevi evrensel bir aşk ilahisidir.

 

 

Ölümünün 750. Yıldönümünde, büyük şair, arif, manevi usta Mevlânâ (30 Eylül 1207, Belh yöresi– 17 Aralık 1273, Konya), batıda en çok okunan şairlerin başında gelmekte. Eserlerinin ve kişiliğinin bugün Batı’da  ve Doğu’da ulaştığı başarının sebebi, onun her türlü dini normu aşan cesur yürekli manevi boyutudur der Leili Anvar. Mistik Fars edebiyatı, Mevlânâ’nın hayatı ve manevi kişiliği hakkındaki derin bilgisi ile tanınan yazar, Rumi adlı kitabın önsözünde o dönemi şöyle tarif eder :

 

Mevlânâ, manevi, kutsal ve doğaüstü olanın hayatın anlamlı bir parçasını oluşturduğu bir dünyada yaşadı. 13. yüzyılda Anadolu’da yaşayan insanlar bugünün insanından o kadar da farklı değillerdi çünkü maddi kaygıları ve ahlaki özlemleri aynıydı. Ancak kültürel olarak gerçekliği manevi bir şekilde yorumlamaya daha yatkındılar. Dini ve manevi sorular varoluşun dokusunu oluşturuyor ve hayata anlam kazandırıyordu. Büyük mistiklerin sözlerini bu zihniyetle karşılıyorlardı. Özellikle de Mevlânâ ‘nın büyüyüp geliştiği çevre, maneviyatın öncelikli olduğu bir ortamdı.

Mesnevi’nin tümü, onun dünyevi bağların üstesinden gelmeye adanmış bir hayatı seçtiğini kanıtlıyor.

Şiir, Mevlânâ için bir süsleme sanatı ya da hoş vakit geçirme aracı değildir. Bu onun ruhundan taşan manevi bir ihtiyaçtır. Eserinin parlak ışıltısı onun içteki yanışının yansımasıdır.

Ebedi aşkın tensel aşktan farkını ve manevi olgunluk yolundaki önemini vurgular :

Perdelerin kalkması, basiret gözünün açılması için, yaratılanlar ve Yaratan ile birlik olmak için, kendin olmayı bilmek, kendi içinde âlem ve bu âlemden daha fazlası olabilmek için ebedi aşkı tatmalı insan…

Ölüm, insanın ebedi Aşk’ına kavuşması, satıcısı da alıcısı da bir olan “Birlik dükkânı”na geri dönmesi, üzerindeki kara giysiyi yerde bırakarak ruhun özgürleşmesinden ibarettir. Hayata bu gözle bakan Mevlânâ, ölümünden hemen önce hasta yatağında yakınlarına ve çevresini kuşatmış sevenlerine şu mısraları söyler:

Ağlama: “Yazık, ayrıldık!” diye arkamdan

Benim için bu, neşeyle buluşmanın vaktidir !

“Elveda” deme mezara konulduğumda

Bu, sonsuz lütfa perdedir.

Hayat – ölüm döngüsünü, toz tanesinden buğdaya, ruhun pişme ve olma aşamalarını etrafındakilere şu dizelerle açıklar :

Toz topraktan yetişen buğday pişirilse

Artar sarhoşluğu ekmek olsa

Hamur da sarhoş fırıncı da !

İlahiler söyler fırın mest hâlde !

Mezarıma ziyarete geldiğinde

Davulsuz gelme sakın görmeye

Yer yoktur yas tutanlara

Tanrı’nın ziyafetinde.

 

Mevlânâ 17 Aralık 1273 akşamı bu dünyadan ayrıldı. Cenaze törenine Konya’da Hıristiyan, Yahudi ve Müslüman herkes katılmıştı. Oğlu Sultan Veled (1226, Lârende – 1312, Konya) şöyle anlatıyor :

 

Şehrin genç ve yaşlı insanları

Hepsi ağıt yakıyor, ağlıyor, iç çekiyordu,

Köylülerin yanı sıra Türkler ve Rumlar da

Bu büyük adamın üzüntüsünden gömleklerini yırttılar.

“ O bizim İsa’mızdı ! ” dedi Hıristiyanlar.

“ O bizim Musa’mızdı ! ” dedi Yahudiler … (VN 121)

Mevlânâ’nın cenazesi. Morgan Kütüphanesi, New York

Harvard, Berlin ve Ankara Üniversitelerinde İslam ve Sufizm konusunda çalışmaları ile tanınmış İranolog profesör, Anne Marie Schimmel, Türkiye’de geçirdiği yıllarını Tasavvuf Edebiyatı ve Mevlânâ araştırmalarına vakfeder. Mevlânâ’nın hayatı hakkında Aflâki ve Sultan Veled’in yazdığı biyografik eserlerden derlediği bilgileri çeviri kaynak olarak sunar. Ben Rüzgarım Sen Ateş adlı kitabında Mevlânâ’nın tüm yaratılanlarla kurduğu bağa dair şu hikâyeyi anlatır :

Mevlânâ’nın kedisi, onun vefatından kısa bir süre önce ölüm döşeğine gelir ve acı acı miyavlayarak, ağıtlar yakar. Mevlânâ, onun hüzünlü miyavlamasını çevresini saranlara küçük hayvanın ebedi yuvasına olan özleminin bir ifadesi olarak tercüme eder. Kedisi, onun ölümünden sonra yemek yemeyi reddeder ve bir hafta sonra da ölür. Mevlânâ’nın kızı Malike Hatun, onu Mevlânâ’nın yanı başına  gömer.

Mevlânâ, çevresindeki herkesle konuşuyor, yaratılan her şeyin sessiz dilini anlıyor ve onu yorumlayıp tercüme etmesini biliyordu. Annemarie Schimmel, onun yaşantısında geçirdiği manevi dönüşümü ve Güneş ışınlarının dönüştürücü etkisini şöyle anlatır :

Eski bir doğu inancı bize, güneşin sıradan taşları yakutlara dönüştürebileceğini öğretir. Bunun koşulu ise taşların bu ışınları kabul etmesi ve olgunlaşması için gereken uzun süreye sabırla dayanabilmesidir. Mevlânâ’nın kendisi de manevi Güneş’in dokunuşuyla dönüşüme uğramıştı ve kendisine yaklaşanı manevi anlamda dönüştürebilecek aşamaya ermişti; taşları mücevherlere, bakırı altına, ekmeği ruha…

Ebedi aşkın meydana getirdiği bu dönüşümü ve esaretten kurtuluşu kendisi, bu eşsiz beyitlerde dile getirir :

Aşk sayesindedir yılanın karıncaya dönüşmesi

Aşk sayesindedir iblisin melek olması

Aşk sayesinde dirilir ölüler

Aşk sayesinde köle olur efendi.

(Mesnevi II, Leili Anvar çevirisinden)

Duygu Bruce

Referanslar :

  1. Annemarie Schimmel, I Am Wind You Are Fire, The Life and Work of Rumi. . Shambhala Publications, Boston, 1992.
  2. Leili Anvar, Rumi, La Religion de l’Amour.  EntreLacs, 4th Édition, Paris, 2023.
  3. Bağdatlı Aflâki, Tarjuma-i Thawâqib-i Manâqıb (Sevâkıb-ı Menâkıb, Efsanenin Yıldızları). Istanbul Topkapı Sarayı ve New York Morgan Kütüphanesi, 1360.
  4. Istanbul Kütüphaneleri Tarih – Coğrafya yazmaları Katalogları I, Istanbul, 1943, s. 538

 

 

Mevlânâ’nın hayatı ve kişiliği ile ilgili hikâyeleri merak ediyorsanız aşağıdaki yazılarda da okuyabilirsiniz.

Birlik Dükkanı

Nadir Minyatürlerde Rumi’nin Hayatı

Çalgıcının Hikâyesi

 

Yorumlarınız:

E-posta adresiniz yayınlanmayacak.