Duydun mu bilmem Ömer’in zamanında çenk çalan varlıklı bir çalgıcı vardı. Bülbül onun sesini duydu mu kendinden geçerdi, güzelim sesini dinleyenlerin neşeleri birse yüz olurdu. Meclisleri, toplulukları onun soluğu, onun sesi bezerdi; sesinden, çalgısından kıyametler kopardı. Bir çalgıcıydı ki dünya onun yüzünden neşeyle dolmuştu; onun sesinden, eşi bulunmaz hayaller beliriyordu. Sesinden gönül kuşu uçardı; canın aklı şaşırır kalırdı. Zaman geçti, çalgıcı kocadı; doğana benzeyen canı acze düştü. Sırtı küpün sırtı gibi kamburlaştı; kaşları eğer kuskununa döndü. Güzelim, cana can katan sesi çirkinleşti; kimse o sese önem vermez oldu. Zühre’nin[1] bile kıskandığı o ses, bir kart eşeğin sesine döndü. Zaten hangi …
Kategori: Kitaplar
Anlatılan masallardan gerçek dünya yaratılır. -Alberto Manguel Hikâye iki denizin kavuştuğu yerde Hz. Musa ile onun gizemli yoldaşı Hızır peygamberin buluşmasıyla başlar. Hızır’ın bastığı yer yeşerdiği için bu adla anılır, yolcuların koruyucu velisidir, âb-ı hayat suyundan içmiş bir ölümsüzdür ve her zaman dünya üzerinde yaşadığına inanılan ilahi kişiliktir. Tanrı kendi bilgisinden ona vermiştir. Musa, Hızır’ın geçtiği yerlerden yanısıra gitmeyi ve ilahi bilgiden kendisine de öğretmesini ister. Hızır, “Buna dayanamazsın” diye cevaplar. Musa ısrar edince, Hızır bir koşulla kabul eder: “Ben sana açıklamadıkça göreceğin şeylere itiraz etme” diyerek söz alır Musa’dan. Yola düşerler; bir gemiye binerler; gemi sahibi onlardan para pul …
Bundan 4000 yıl önce Babil’de Zahhak adında çok zalim bir kral yaşarmış. Yarı şeytan yarı tiran olan Kral, ilkbaharın gelmesini engellermiş ve her iki omzunda doymak bilmeyen birer yılan otururmuş. Derken kralın beyninde çaresiz bir hastalık başgöstermiş. Acılar içinde yatarken, zehirli yarasına tek çarenin genç çocukların beyni olduğuna inanmış ve ülkede genç çocuk katliamı başlamış. Hergün kral uğruna gençler birer birer öldürülmek üzere saraya götürülürken, halk çaresiz ve güçsüz düşmüş. Bu zulme artık dayanamayan bir demircinin geriye kalan son ve en küçük oğlu, birkaç arkadaşıyla birleşerek gizlice demirden silahlar yapmaya başlamışlar. İçlerinden iki tanesi, kralın sarayına aşçı olarak girmeyi başarmışlar. …
“Bu dükkan bir mahşer; burada neler yok. Aşıklar, aşka can verenler, savaşlar, yenenler, yenilenler; kuşdilini bilenler, masallar, neşeler, yaslar, düğünler… Bu dükkanın alıcısı, satıcısının kendisi.” Mevlânâ Celaleddin Rumi’nin bize bıraktığı hazine Mesnevi. Birlik Dükkanı olarak betimlediği eserin girişinde şöyle yazar: Her varlık, o dükkanda yoğrulup yapılmakta, orada sergilenmekte, satılmakta; orada yıpranıp gene potaya girmekte, yenilenmekte. Sebepler sonuçları meydana getirmekte; sonuçlar gene sebepler haline gelip başka sonuçlar belirtmekte. Bu dükkanın bir ucu, dükkanı yapan kudret elinde; öbür ucu sonsuzluğa dek gitmekte ve gene o kudret eliyle sonu ön olmakta; her an yaratılmakta. Bu dükkanın alıcısı, satıcısının kendisi. Bu dükkan bir mahşer; …
Uçak Erzurum’a doğru alçalırken pencereden görünen tek renk beyaz. Yer, gök, uçsuz bucaksız beyazın içinde uzanıyor. Uzakta bir dizi çıplak kavak ağacının ince uzun karaltısı ve düzlüklerde birkaç dam seçiliyor. Uçaktan inince bindiğimiz arabayı kullanan kişi gururla göstererek anlatıyor olimpik kayak atlama pistini, buz pateni sahasını, Atatürk Üniversitesi’ni ve uzakta görünen Palandöken dağının zirvesini. Burhan Toprak’ın kitabında yazdığına göre Yunus Emre’nin bir mezarı da Palandöken’in eteklerinde bir köyde imiş. Mezarın halâ varolduğunu öğrenince oraya nasıl gidilebileceğini sorduğumuzda, “Yol kardan kapalıdır, araba ancak bir yere kadar ulaşabilir” diyor arabayı kullanan Yakup. Yine de öğledensonra sonra bizi, arabasıyla oraya götürebileceğini söylüyor ve …
Hacı Bektaş Rum diyarına geldiği sırada bölge köylerden birinde Yunus adında, rençberlikle geçinen fakir bir adam vardı. Bir yıl kıtlık oldu, Yunus’un fakirliği büsbütün arttı. Nihayet birçok kehanet ve lûtuflarını duyduğu Hacı Bektaş’ a gelip yardım istemeyi düşündü. Yanına birkaç yabani elma koyup dergâha gitti. Pirin ayağına yüz sürerken hediyesini verdi; bir miktar buğday istedi. Hacı Bektaş ona lûtufla muamele ederek, birkaç gün dergâhta misafir etti. Yunus geri dönmek için acele ediyordu. Dervişler Pir’e Yunus’un acelesini anlattılar. O da “Buğday mı ister yoksa erenler himmeti mi?” dedi, Yunus, buğday istedi. Bunu duyan Hacı Bektaş, tekrar haber gönderdi: “İsterse o alıcın her …
Çok eskiden, günlerden bir gün Marslılar teleskoplarından bakarken Venüslüleri görmüşler ve o anda içlerinde hiç tanımadıkları hisler uyanmış…hemen uzayda seyahati icat etmişler ve Venüs’e uçmuşlar. Venüslüler Mars’tan gelenleri kolları açık karşılamışlar. Zaten bugünün geleceğini içgüdüsel olarak önceden hissetmişler. Aralarında sihirli bir aşk başlamış. Birbirlerini keşfederek, öğrenerek yıllarca sevgi ve ahenk içinde yaşamışlar. Derken Dünya’ya uçmaya karar vermişler. Başlangıçta herşey harikaymış ama Dünya’daki atmosfer baskın çıkmış ve bir sabah herkes garip bir amnesia –seçici bir amnesia ile uyanmış! Marslılar da Venüslüler farklı gezegenlerden olduklarını unutuvermişler. Farklı oldukları hafızalarından silinmiş. O günden sonra çatışma başlamış. Dünya üzerindeki kadın erkek ilişkilerinde kullanılan evrensel …
Kimse Hacı Bektaş Veli’nin kim olduğunu, nereden geldiğini bilmese de hikaye bu ya aynı anda birden çok yerde göründüğü; manevi bir görevle 1200lü yıllarda Anadolu’ya beyaz bir kuş suretinde geldiği anlatılır. Sıcak bir yaz günü Nevşehir’in Suluca Karahöyük köyünün kadınları pınar başında buğday yıkarken uzaktan gelen bir derviş gözlerine ilişir. İçlerinden birisi: Hey derviş, eğer ekmek istiyorsan Allah versin, bizim yabancılara verecek ekmeğimiz yok! der. Yabancı hiç ses etmeden gider az ilerideki salkım söğütün gölgesine girer. Kendisine söylenenden hiç gücenmemiş, sanki hiç duymamış gibi oturur. Kadınlardan biri olan Fatma Hatun’un içi rahat etmez, eve gider ve biraz yufka ekmeği, yağ …
Canım İzmir! Nasıl da güzelsin bir bilsen, nasıl da güzelsin!.. Eski İzmir’i ve Ege’yi anlatan en güzel kaynaklardan biri. Yunanlı kadın yazar Dido Sotiriyu’nun yazdığı, gerçek olayları çocuk gözüyle ve içtenliği ile anlatan; insanca hislerin, dostlukların özlemle anıldığı etkileyici dili ile bir solukta okunan bir kitap. 1982 Abdi İpekçi Türk-Yunan dostluk ödülünü almış. Babam sabun yapımcısıydı. Çocukluk yıllarımda ailemle birlikte doğduğum Aydın ilinde yaşadım. O yılların anıları belleğimden silinmiyordu. Babamın arkadaşı Talat Beyler, sokakta oynadığım Rum ve Türk çocukları bugün bile aklımda. Yaşadığım günlerin, duyduğum gerçek olayların o kadar etkisi ve büyüsü altında kalmışım ki bu konuda kitap yazma arzusu …
Sevgili hüdhüd hoş geldin! Sen ol bizim rehberimiz Sendin güvendiği Süleyman Peygamberin Elçi oldun gizli mesajları taşımak için Arasında uzakların kraliçesi Sheba ile kendi sarayının (Beyit 617-618) Süleyman Peygamber kuşların dilini bilir, onlarla konuşabilirdi. Tüm hayvanların dediklerini anlama yeteneği kendisine bahşedildiği için birçok hayvan hep onun etrafında toplanır ve aralarında konuşmalar yaparlardı. Bir gün, hüdhüde ayrıcalıklı bir görev verildi: Uzaklardaki ülkenin kraliçesi Sheba ve halkını bulundukları manevi karanlık ve bilgisizlikten kurtarıp, onları aydınlığa doğru götürmek amacıyla hüdhüd, o ülkeye kadar uçarak bir mesaj taşıyacaktı. Süleyman Peygamber tarafından kutsanan hüdhüd, misyonunu yerine getirdi, yolculuğunu tamamladı ve sonucunda Kraliçe Sheba ve halkı bulundukları …
Social Profiles