Kalk ey sâkî, ver mey kadehini, Yere ser günlerin gamını Avucuma koy da şarap kadehini Çıkarayım üstümden şu mavi hırkayı Kötü bir şöhrettir bu, akıllılara göre Ama biz istemiyoruz şöhreti, şanı Şarap ver, ne kadar sürecek bu kibir yeli Batsın, sonu kötü olan şu nefsin canı İnleyen gönlümün ahının dumanı Yaktı şu duygusuz ham insanları Karasevdalı gönlümün sırrına mahrem olacak Halktan da seçkinlerden de göremiyorum kimseyi Huzur veren bir sevgiliyle gönlüm hoş benim, O sevgili, bir anda alıp götürdü gönlümün rahatını Bir daha bakmaz, çimenlerin arasındaki serviye Kim görürse o gümüş endamlı serviyi Güçlüklere katlan gece, gündüz ey Hafız Sonunda …
Blog Posts
Uçak Erzurum’a doğru alçalırken pencereden görünen tek renk beyaz. Yer, gök, uçsuz bucaksız beyazın içinde uzanıyor. Uzakta bir dizi çıplak kavak ağacının ince uzun karaltısı ve düzlüklerde birkaç dam seçiliyor. Uçaktan inince bindiğimiz arabayı kullanan kişi gururla göstererek anlatıyor olimpik kayak atlama pistini, buz pateni sahasını, Atatürk Üniversitesi’ni ve uzakta görünen Palandöken dağının zirvesini. Burhan Toprak’ın kitabında yazdığına göre Yunus Emre’nin bir mezarı da Palandöken’in eteklerinde bir köyde imiş. Mezarın halâ varolduğunu öğrenince oraya nasıl gidilebileceğini sorduğumuzda, “ Yol kardan kapalıdır, araba ancak bir yere kadar ulaşabilir ” diyor arabayı kullanan Yakup. Yine de öğledensonra sonra bizi, arabasıyla oraya götürebileceğini …
Hacı Bektaş Veli, Rum diyarına geldiği sırada bölge köylerden birinde Yunus Emre adında, rençberlikle geçinen fakir biri vardı. Bir yıl kıtlık oldu. Yunus’un köyünde fakirlik öyle arttı ki sonunda birçok kehanet ve lütuflarını duyduğu Hacı Bektaş Veli’ye gelip yardım istemeyi düşündü. Yanına birkaç yabani elma koyup dergâha gitti. Pîr’in ayağına yüz sürüp hediyesini verdi ve bir miktar buğday istedi. Hacı Bektaş ona lûtufla muamele ederek, birkaç gün dergâhta misafir etti. Yunus geri dönmek için acele ediyordu. Dervişler Pîr’e, Yunus’un acelesini anlattılar. Hacı Bektaş sordu : Buğday mı ister yoksa erenler himmeti mi? Yunus, buğday istedi. Bunu duyan Hacı Bektaş, tekrar …
İnsan aşkı arar. İnsan olmanın en temel hâllerinden biri aşık olmak. Ama ne tür bir aşk bu? O kadar çok çeşidi var ki. Ferzan Özpetek, Ayşe Arman ile yaptığı röportajda şöyle tanımlamış aşkı: Aşk, herkesi birbirine bağlayan bir ip!… Kendimi çaresiz hissettiğim anlarda aşkı düşünürüm ben. Çünkü bizi kurtaran, herşeyi değiştiren, olanaksızı olanaklı, çirkini güzel, kabul edilemez olanı kabul edilebilir kılan aşk! Herşey onun vasıtasıyla yürüyor. Hayattaki en önemli şey aşk. Aşk dediğin, dostuna duyduğun aşk, toprağa duyduğun aşk, işine duyduğun aşk…aşk dünyayı döndüren duygu. Bizi kurtaracak tek şey de aşk! Ne kadar güzel özetlemiş Ferzan Özpetek aşkın binbir hâlini. …
Seyrettiğim en nadide en keyifli filmlerden birisi Nadide Hayat. Ellilerinde bir kadın, zamanında evliliği için üniversiteyi yarım bırakmış, 2 çocuk, bir torun, kendi halinde, aklı başında ve birçoğuna göre sıradan, ortalama bir kadın. Kadın olmanın genetik koduyla “fedâkâr”, her an ailesi için hazır ve nazır. Mesleği ev hanımı, işi, günde 24 saat hayatın gereken tüm parçalarını bir arada ve zamanında işler halde tutmak –evde, ailede ve yakın çevresinde. Helvayı tam kıvamında karıp beklenen zamanda servis etmekten yaşayacağı eve kadar, kendinin dışında, diğer koşullara göre belirlenen nadide bir hayat. Derken hayatın bir dönemecinde Nadide Hanım’ın içinde bir şey kıpırdar. Rüya ile …
Yalnız geçen ömrün bir uykusuzluk gecesi, Çekmişken aynalar beni müthiş bir sorguya, Birdenbire kalbi titreten bir bülbül sesi, Dağ ardında doğan bir mehtap gibi vurdu suya. Mehtabın izinde gemiler geldi açıktan, Aşina sallanan mendillere koştum, yer yer Gür çimenler gibi fışkırıyor karanlıktan, Kökleri kurumuş sandığım o güzel günler. Cahit Sıtkı Tarancı
“Çok eskiden yaşadım bu anı ben” Dersiniz şaşkınlık içinde İlk girdiğiniz bir ev, bir merdiven Birden güneş vuran pencere Ve tam o sırada bir tren düdüğü İşte böyle gelmişti siz dünyada Değilken bir gün öğle üstü Bu renklerle bu sesler bir araya. Yaşamak anımsamak mıdır yoksa? Sanmam, biz de bir sestik belki Birileri için yıllar önceki Şaşırtıcı karşılaşmada. – Melih Cevdet Anday Ne kadar eskiyi hatırlayabilir insan? Unutulanlar nereye gider? Bazen bir kelime, bir ses, gözgöze gelinen bir anlık bakış, bir yer veya bir koku canlandırıverir unuttuğumuzu sandığımız birçok anıyı. Zamanlar ve mekanlar bir olur geçer gözümüzün önünden. Kimi zaman …
Kimse Hacı Bektaş Veli’nin kim olduğunu, nereden geldiğini bilmese de hikaye bu ya aynı anda birden çok yerde göründüğü; manevi bir görevle 1200lü yıllarda Anadolu’ya beyaz bir kuş suretinde geldiği anlatılır. Sıcak bir yaz günü Nevşehir’in Suluca Karahöyük köyünün kadınları pınar başında buğday yıkarken uzaktan gelen bir derviş gözlerine ilişir. İçlerinden birisi: Hey derviş, eğer ekmek istiyorsan Allah versin, bizim yabancılara verecek ekmeğimiz yok! der. Yabancı hiç ses etmeden gider az ilerideki salkım söğütün gölgesine girer. Kendisine söylenenden hiç gücenmemiş, sanki hiç duymamış gibi oturur. Kadınlardan biri olan Fatma Hatun’un içi rahat etmez, eve gider ve biraz yufka ekmeği, yağ …
Canım İzmir! Nasıl da güzelsin bir bilsen, nasıl da güzelsin!.. Eski İzmir’i ve Ege’yi anlatan en güzel kaynaklardan biri. Yunanlı kadın yazar Dido Sotiriyu’nun yazdığı, gerçek olayları çocuk gözüyle ve içtenliği ile anlatan; insanca hislerin, dostlukların özlemle anıldığı etkileyici dili ile bir solukta okunan bir kitap. 1982 Abdi İpekçi Türk-Yunan dostluk ödülünü almış. Babam sabun yapımcısıydı. Çocukluk yıllarımda ailemle birlikte doğduğum Aydın ilinde yaşadım. O yılların anıları belleğimden silinmiyordu. Babamın arkadaşı Talat Beyler, sokakta oynadığım Rum ve Türk çocukları bugün bile aklımda. Yaşadığım günlerin, duyduğum gerçek olayların o kadar etkisi ve büyüsü altında kalmışım ki bu konuda kitap yazma arzusu …
Yaklaştı sonbahar, değişti rüzgarın sesi, güneşin ışıkları gölgelenmeye başladı evin köşelerinde. Tenhalaşan kumsallar kıyıya vuran dalgalarla sessiz; suda yansıyan renkler faklı. Giden son göçmen kuşların sesleri, eski bir saçak altında kırlangıcın özenle hazırladığı yuva; toprağın kokusu; kızıl, sarı, ala, uçuşan bir dans sonbahar… İçli bir mevsim, içe dönüşü de beraberinde getiriyor sanki. Yazdan kalan hatıralarla, gelecek olan kışa yönelik düşünceler arasında bir geçiş mevsimi. Geldiğimiz yer, bulunduğumuz yer ve varmak istediğimiz yer arasında bir geçiş, bir ara zaman gibi sonbahar. Hep öyledir ya ara zamanlar durağan gibi gözükse de aslında bir değişimin habercisidir. Bir ön hazırlık, içe bakış ve eldekilerle, …
Social Profiles